Dedesinin mezar taşını okumak için Osmanlıca öğrenenler var

Alevî vatandaşlar dedelerinden kalma Osmanlıca deyişleri okutmak için Ebubekir Subaşı'ya geliyor ama kimileri de o şiirleri okuyabilmek için Osmanlıca öğrenmeye kalkıyor.

Osmanlıcanın Ermeni meselesi patlak verince kıymet kazandığına inanan Subaşı, 'eski' Türkçenin popülaritesinden memnun ama yine de uyarıyor: "Osmanlıca için hakiki bir sebebiniz olmalı."

Ebubekir Subaşı, günlük notlarını Osmanlıca tuttuğu, kitaplarını Osmanlıca imzaladığı ve 1990'dan bu yana çalıştığı Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde okunması zor belgeleri çözebilen uzmanlardan biri olduğu için görüş alanımıza giriverdi. Alevi vatandaşlar, dedelerinin el yazısıyla yazdığı Osmanlıca deyişleri okusun diye ona getiriyordu üstelik. Birileri için 'eski' olan Türkçe, onun hayatında artık kullanılmayan bütün harfleri ve sesleriyle serazat dolaşıyordu. Dilin birtakım sırlarına vâkıf olmakla yetinmemiş, öğrenmek isteyenlerin işini kolaylaştıracak teknikler üzerine zihin de yormuştu. Hâsılı, son dönemlerde parlayan Osmanlı Türkçesi üzerine konuşmak için biçilmiş kaftandı

Ebubekir Subaşı, biz de öyle yaptık ve ilk soruyu sorduk: "Yıllar yılı hep 'geri' ve 'eski' hatta 'çağdışı' kelimeleriyle yan yana kullanılan Osmanlıca, nasıl oldu da böyle kıymet kazandı?" Subaşı'na göre; Osmanlıcanın parlaması Osmanlı arşivlerinin hatırlanmasıyla başlıyor. Kendi tarihlerine ilişkin belgelere ulaşmak isteyen bazı ülkelerin 'arşivinizi açın' talebinde bulunması bir kıpırdanmaya yol açıyor ama daha önemlisi, başımızı ağrıtmaya devam eden Ermeni meselesinin patlak vermesi. O günlerde bir büyükelçinin, "Osmanlıca bilmememiz büyük haksızlık. Ermeni meselesini biz Osmanlıların tuttuğu Fransızca notlardan okuyabildik. İyi ki o belgeler vardı. Yoksa bu mesele hakkında hiçbir şey öğrenemeyecektik." serzenişine de şahit olan Subaşı, "Kendimizi savunmak zorunda kalmasaydık, Osmanlı arşivleri ve Osmanlıca bugün bile kıymeti bilinmemiş değerler olarak bir köşede bekleyecekti." diyor.

1987 yılına kadar özel izinli yabancı araştırmacılar dışında kimsenin giremediği, girenlerin de tasnif edilmemiş bir yığın evrak arasında kaybolduğu bir arşivden bahsediyoruz. Sonra, rahmetli Turgut Özal zamanında, edebiyat ve ilahiyat fakültelerinden yeni mezun gençler asırlık tozların, böcek ve fare yeniklerinin arasına dalıp, hazine değerindeki evrakları gün yüzüne çıkarıyor ki Ebubekir Subaşı, o gençleri yüzyıl sonra bile minnetle anmamız gerektiğine inanıyor.

Osmanlıca bilen Türkçenin sırlarına vakıf olur

Arşivde çalışırken Farsça öğrenen ve bu arada Osmanlıca üzerine bir kitap hazırlayıp dersler veren Subaşı'ya soruyoruz: "Osmanlıca nasıl öğrenilir?" "Önce kendilerine hakiki bir sebep icat etsinler." diyor Subaşı: "Kimi geliyor, 'Dedemin şiirlerini okumak istiyorum.' diyor, kimi evinin yanındaki mezar taşlarını okumak için gayretleniyor. Bu arkadaşlar kursu çoğunlukla yarım bırakıyor ama arşiv ve kütüphanelerden istifade etmek gibi niyetlerle yola çıkanlar sonuca ulaşıyor." Osmanlıca öğrenmek isteyenlerin 'Hangi Osmanlıca?' sorusuna da cevap vermesi gerekiyor. Tarihi belgeleri mi okumak istiyorsunuz, edebiyatla mı yoksa basınla mı ilgilisiniz? Seçeceğiniz hoca da, gideceğiniz kurs da buna göre farklılaşacak zira. Kursa gelen 20 kişiden yalnızca birinin ne istediğini bildiğini, mesela "Ben İttihat ve Terakki devrini araştıracağım." gibi net bir cümle kurabildiğini söyleyen Subaşı, ne aradığını bilmeyenleri yüreklendirmekten geri durmuyor yine de: "Herkes gayret etsin yine de. Sadece matbu yazıları okumak için gelirsiniz ama düşündüğünüzden fazla bilgiyle dönersiniz. Osmanlıca öğrenmek Türkçenin sırlarını önünüze açar ki, bu bile muazzam bir şeydir."

Osmanlıca yazmak kâinatın hareketiyle uyumludur

Ebubekir Subaşı, Mavi Lale Yayınları'n-dan çıkan tarihî romanlarını imzalarken okurlarına "Osmanlıca biliyor musunuz?" diye soruyor çünkü kaç kişinin bu dili bildiğini ya da kaç kişinin öğrenmeye heveslendiğini anlamak istiyor. 'Biliyorum.' diyenlerin kitabına Osmanlı Türkçesiyle çiziktirdiği birkaç satırın olduğundan fazla anlamlar taşıdığı da iddia edilebilir: özendirmek, teşvik etmek, Osmanlıcanın 'çağ dışı' yaftasından kurtulmasına yardım etmek, gündeme getirmek, nazara vermek... Günlük notlarını Osmanlıca tutması ise daha ziyade pratiklikle ilgili. Erzurum'da Arap dili bölümünde okurken edindiği bu alışkanlık hem o günlerde hem sonradan çok işine yaramış. Sağdan sola yazmanın kâinatın hareketi ve insan fıtratıyla uyumlu olduğunu düşünüyor Subaşı, harfler köşeli değil de yuvarlak olduğu için bileği yormaz, Osmanlıca bir itme değil, çekme hadisesidir zaten. Her sesi yazmak zorunda olmadığınız için de hızlı yazarsınız. Nitekim Kenan Evren de, "Paşam notlarınızı niçin Osmanlıca alıyorsunuz?" sorusunu, "Ben Osmanlıcayı steno olarak kullanıyorum." diye cevaplamıştır. u.akagunduz@zaman.com.tr

***

Arap dili bölümleri Bülent Ulusu'nun emriyle iyileştirildi

Arap ülkelerinden biri, Türkiye'ye bir havalimanı ihalesi vermek istiyor fakat Arapça mütercim bulunamadığı için ihale kaybediliyor. Yıl 1982... Dönemin başbakanı Bülent Ulusu, ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra Doğu dilleri bölümünde bir iyileştirmeye gidiyor. O güne kadar metruk bırakılmış fakültede önce Arap dili ile Fars dili birbirinden ayrılıyor, sonra kadro güçlendiriliyor. O' iyileştirilmiş' bölümün ilk mezunlarından olan Ebubekir Subaşı, Arapça ve Osmanlıca konusunda çok mesafe kat ettiğimize ama yine de kendimizi lüzumsuz bir tedirginlikten hâlâ kurtaramadığımıza inanıyor. "Ne de olsa" diyor, "Bu millet, 'Osmanlıca bilmez' diye övünçle takdim edilen meclis başkanları ve 'Araplarla ticaret irticayı hortlatır.' diyen milletvekilleri gördü. İzlerin silinmesi kolay olmayacak."